30 Nisan 2006 Pazar

Türkiye Nükleere Koşuyor

Öyle görünüyor ki Türkiye, Nükleer bir maceranın içine bu sefer kararlı bir şekilde sürükleniyor. 1960’lardan beri beş yıllık kalkınma planlarında yer alan, bugüne değin beş defa gündeme getirilen nükleer enerji santrali ihalelerinin sonuncusu (Akkuyu nükleer santrali) 2000 senesinde, dönemin başbakanı Bülent Ecevit tarafından hem çevre gruplarının baskısı hem de IMF’nin o dönem yatırımlar üzerindeki sıkı kontrolü nedeniyle iptal edilmişti. Şimdi AKP hükümeti daha parlak bir fırsat penceresi yakaladı. Şubat 2005’te TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu), Başbakanlığa “nükleer bir ada” inşa etmek üzere sekiz alternatif bölge sundu. Ardından, söz konusu alternatifler içerisinde Sinop’un en gözde seçenek olduğu bilgisi sızdı ve bu gelişme Sinop’ta derhal nükleer karşıtı yerel bir inisiyatifin şekillenmesine hizmet etti (Bkz. http://www.sinopbizim.org/).

Hükümet ağzındaki baklayı yaklaşık iki ay sonra çıkardı ve ilk nükleer santralın Sinop’ta inşa edileceğini ilan etti. Aslında TAEK tarafından açıklanan nükleer portföyün bütünü çok daha kabarık: Toplam kurulu gücü 5000 MW olacak üç ila beş nükleer santralin 2007-2015 yılları arasında tamamlanması öngörülüyor; bunlara ilaveten uranyum zenginleştirme de dahil yakıt çevrim tesislerinin kurulmasından söz ediliyor. [1] Konuyla ilgili pek çok detay henüz karanlıkta olsa da, Türkiye’nin ihtiraslı bir nükleerleşme sürecine doğru adım attığı aşikar ve çok sayıda ekonomik, çevresel ve askeri sabıkası bulunan bu teknolojinin kamusal alanda, uzmanlar ve yurttaşlar nezdinde tartışılması bir zorunluluk.

Tabii, böylesi bir talep bizzat yurttaşlar tarafından yükseltilmediği müddetçe bu tartışma dürüst bir şekilde hiçbir zaman yapılmayacak. Onun yerine, “yukarıdan bilgilendirmelerin”, bizlere dayatılan “ihtiyaçların”, kof gerekçelerin içini doldurmaya çalışan “uzmanca” görüşlerin esiri olacağız. Nitekim TAEK “halkı bilgilendirme çalışmalarına” iki sene önce başladı. [2] Temel iddiaları şu: Nükleer endüstrinin tehlikeleri hakkında sıradan insanların, çevreciler tarafından da kışkırtılan gereksiz bir hassasiyeti var ve bu hassasiyet meselenin tüm boyutlarıyla kavranmamasından kaynaklanmaktadır; nükleer endüstrinin son on-yirmi sene içinde güvenlik adına kat ettiği muazzam gelişmeler bilinmediği için insanlar korkmaya devam ediyorlar. Demek ki, eğer halk uygun bilgi kampanyalarıyla aydınlatılırsa, nükleerin tehlikeli olduğu şeklindeki o batıl inanıştan da kurtulacaktır. Ayrıca, nükleer endüstrinin bizzat kendisinin ürettiği hesaplamalara başvurularak bu enerjinin alternatifleriyle ekonomik rekabet gücüne sahip olacağı da söylenmektedir. Peki ama acaba kendilerine hangi şartlar sağlandığında?

Bunların dışında, nükleeri isteyen pek çok teknoloji uzmanı, sektör temsilcileri ve bürokrat Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda çok hızlı kalkınacağını, 2007 senesinden itibaren bir enerji açığı oluşacağını ve bu açığın doğalgaz ve petrol gibi dışa bağımlı enerji kaynaklarıyla kapatılamayacağını iddia ediyorlar. Diyorlar ki, eğer karanlıkta kalmak istemiyorsak ve ulusal bağımsızlığımızı korumak istiyorsak nükleer enerjiye sahip olmalıyız.

Son olarak, nükleer endüstri tartışılırken mahcubiyetinden kimsenin açıkça değinmediği bir problem daha var: nükleer endüstrinin askeri kompleks ve silahlanmayla ilişkisi. Yakıt zenginleştirme ve yeniden işleme tesislerinin nükleer silahlanma için bir “gri bölge” oluşturduğu biliniyor. [3] Örneğin, İran’ın uranyum zenginleştirme tesisiyle ilgili kopartılan fırtınanın ardında yatan bu. ABD’nin NPT’yi (Nuclear Non-Proliferation Treaty, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması) imzalamayan Hindistan ile geliştirdiği nükleer işbirliğinin ardından dikişleri iyiden patlamış bir dünyada Türkiye’nin de nükleer silahlanma arayışları olamaz mı? AKP iktidarının “nükleer strateji belgesi” Haziran 2004’te askeri ve sivil bürokrasinin de içinde yer aldığı bir komisyon tarafından benimsenmişti. [4] Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, 16 Mart 2006’da Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmada, Türkiye'nin nükleer silahlarla ilgili ciddi bir tehditle karşı karşıya bulunduğunu söyledi ve bu tehdide karşı hazırlıklı olunması gerektiğini ima etti. [5] Dolayısıyla, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ordunun bu teknolojiyi istediğini varsayabiliriz. Ayrıca, Kanada’nın CANDU nükleer reaktörü bugün Türkiye’nin gündemindeki gözde seçeneklerden biri. [6] Kanadalı nükleer karşıtı grup Nükleer Bilinçlenme Projesi’ne (Nuclear Awareness Project) göre CANDU Hindistan ve Pakistan’ın nükleer silahlanma projesinin temelini oluşturdu. [7] Zira, CANDU doğal uranyum tüketmekte ve atık olarak nükleer silah yapımında kullanılabilecek uranyum izotopu üretmektedir.

Türkiye’de olup bitenler Dünya ölçeğindeki yeni bir nükleer dalganın yansımaları olarak da anlaşılmalıdır. ABD Şubat 2002’de Nükleer Enerji 2010 adında bir program açıkladı. Bu program nükleer enerjiyi azalan petrol rezervleri ve yükselen petrol fiyatları karşısında rekabetçi kılabilmek için 642 milyon dolar araştırma desteği ve kurulacak santraller için de 30 milyar dolar borç garantisi temin ediyor. Ayrıca, nükleer endüstriye pazar fiyatının üzerinde alım garantisi veriliyor. [8] Bir de küresel ısınma konusu var tabii. ABD’nin ve onun kuyruğundaki İngiltere’nin iddiasına göre nükleer, “küresel iklim değişimi” için de bir alternatif, çünkü fosil yakıt santrallerinin aksine hiç seragazı üretmiyor. Böylelikle, James Lovelock adındaki ünlü çevre bilimcilinin de gayretini arkalarına alarak çevre dostu, yeşil bir nükleer endüstri imgesini parlatmaya çalışılıyorlar. ABD adeta, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından nükleer enerji alanında üstlendiği küresel öncülüğü bir kez daha yaşamak, ikinci bir tura soyunmak istiyor. Maalesef müşterileri de yok değil, fakat bu yeni müşteriler artık eskisi gibi Avrupalı değiller; Çin, Hindistan gibi enerjiye aç, büyüyen dev yoksul ülkeler. Bu müşteri zincirine Türkiye’de eklenir mi?

Toparlayacak olursak, Türkiye’de nükleer endüstrinin tesis edilmesi gerektiğini savunan hükümet-devlet, teknoloji uzmanları ve iş dünyasının kimi sözcüleri -silahlanma dışında- yukarıdaki argümanları öne sürüyorlar: Nükleer enerji güvenlidir [9]; ekonomiktir [10]; nükleer enerji olmazsa karanlıkta kalacağız [11] ve dışa bağımlılığımız artacak [12]; nükleer enerji temizdi. [13] Bu iddiaların tamamının enine boyuna değerlendirilmesi gerekiyor. Fakat bu değerlendirmeleri yaparken açıkça ifade edilmeyen silahlanma perspektifini ve bunun olası sonuçlarını gözden yitirmemek şartıyla.

1. Nükleer Enerji Güvenli midir?

Nükleer endüstrinin 1980 ve 1990’lardaki krizinde (bu yıllarda örneğin, ABD’de tek bir nükleer santral siparişi verilmemiştir; İsveç ve Almanya başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde mevcut nükleer kapasite tasfiye edilmeye başlanmıştır) 1979 ABD Three Miles Island ve 1986 SSCB Chernobyl kazalarının yarattığı huzursuzluk son derece etkili olmuştur. Bu tarihlerden sonra nükleer endüstri karşısında çok daha şiddetli bir kamu muhalefeti ve daha yüksek sigorta primleri bulmuştur. Aslında bu kazalar birer istisna değildir, yarattıkları hasar itibariyle en şiddetli olanlarıdır. Nükleer üretim süreci, maden cevherinin çıkarılıp nakledilmesi, işlenmesi ve depolanması aşamalarında; reaktör safhasında, atıkların depolanması ve tavsiyesinde, ekonomik ömrünü tamamlayan reaktörlerin tasfiyesi aşamasında sürekli yüksek risk içerir.

Ama tüm teknolojiler risk içermez mi? Nükleer endüstrinin tüm bu kazalardan ders alarak geliştirdiği otomatik kontrol sistemlerinin (pasif kontrol) kaza olasılığını alternatiflerine göre çok aza indirdiği iddia edilmektedir. [14] Fakat “risk” (kaza olasılığı ve olası her kazanın sebep olacağı hasar, bu hasarın bir insan kuşağı ve çeşitli kuşaklar arasındaki dağılımı) tek başına dahice tasarlanmış otomatik kontrol-geribildirim sistemlerine indirgenebilecek bir olgu değildir. “Risk” psikolojik-davranışsal ve kültürel-toplumsal bir olgudur. Dikkatli bir bilgi taraması, pek çok gelişkin otomatik güvenlik sisteminin o sistemin işletiminden sorumlu insanların risk algılamasını ve müdahale becerisini zayıflattığını gösterecektir. [15] Tüm otomobil sürücüleri en iyi otomobil sürücüsü değiller mi? Sivil havacılıkta yaygın olarak kullanılan “otomatik pilot” canlı pilotların müdahale becerilerini azaltmıyor mu? Dahice tasarlanmış otomatik güvenlik sistemlerinin karşısında, ekran başında geviş getiren operatörlerin varlığını hayal etmek sadece evhamlı bir ruh halinin dışavurumu mu?

“Risk” dahice tasarlanmış güvenlik sistemlerinin yanı sıra kültürel-toplumsal olarak yönetilecek bir sorun ise, yani “risk” faktörünün toplumsal olarak denetlenmesi gerekiyorsa, toplum karşısında hiçbir hesap verirliği olmayan, dört tarafı duvarlarla kuşatılmış nükleer santrallerde ortaya çıkması muhtemel güvenlik tehdidi kimler tarafından, nasıl denetlenecektir? Bir sivil havacılık şirketi topluma (müşteri havuzuna) karşı sorumludur, aynı şey nükleer endüstri için söylenebilir mi? Hesap verirliği olmayan, toplumsal olarak denetlenmeyen hiçbir endüstri güvenli değildir.

Nükleer endüstrinin kendisini güvenli bir endüstri olarak kanıtlamak yönündeki tüm çabaları bireysel (o meşhur insan faktörü) ve toplumsal perspektiften değerlendirildiğinde sığ gözükmektedir. Nükleer endüstri bu tavrıyla otoyolda teknoloji harikası bir otomobile kurulmuş son sürat seyreden aşırı güvenli bir sürücüye benzemektedir. Ne var ki kaza halinde yaratacağı hasar yalnızca kendisine değil, başkalarına ve gelecek kuşaklaradır.

2. Nükleer enerji ekonomik midir?

Nükleer santrallerle ilgili ilk topladığımız veriler bu endüstrinin ekonomisiyle ilgili olarak şunları gösteriyor: Nükleer enerji santrallerinin kuruluş maliyetinin, termik, hidro, rüzgar, güneş ve jeotermal gibi alternatiflerle karşılaştırıldığında daha yüksek olduğu görülmektedir. [16] Fakat büyük enerji santrallerinin (nükleer santraller, büyük termik santraller ve büyük barajlar gibi) ölçek ekonomisinden yararlandıkları için işletme maliyetlerinin daha düşük olduğu bu nedenle daha verimli oldukları söylenebilir. Dünya ekonomisinin ve özellikle endüstriyel dünyadaki ulusal ekonomilerin kararlı bir şekilde hızla büyüdüğü, enflasyonun son derece düşük olduğu yıllarda (yaklaşık 1940’lardan 1970’lere kadar olan dönem) artan dünya enerji ihtiyacı bu prensiple karşılanmıştır. Aynı dönem yalnızca nükleer santrallerin değil aynı zamanda büyük termik santraller ve büyük barajların da altın yıllardır. Fakat kuruluş maliyetlerinin giderek artması (faizlerin yüksek olması, artan güvenlik standartları) ve çok uzun inşaat süreleri (artan maliyetler nedeniyle her bir santralin kurulum süresi ortalama beş ila on beş sene arasındadır) nedeniyle bu santraller ekonomik rekabet gücünü yitirmişti. [17] “Nükleer endüstrinin krizi” denen şey budur. Enerji ekonomisinde 1980’lerden beri egemen olan eğilim kuruluş maliyeti ve süresini en aza indirebilecek küçük ölçekli enerji santrallerine (küçük termik santraller, co-generation üniteleri ve rüzgar santralleri) ve gelecekteki enerji talebini ve böylelikle ağır yatırım maliyetlerini azaltacak dağıtım ve tüketim verimliliği tedbirlerine yönelmektir.

Dahası elektrik piyasalarının deregüle edildiği bir ortamda (enerjinin tüketim bedelinin arz ve talep dengesine göre gerektiğinde her dakika belirleneceği bir düzenlemede) atıl kapasitenin maliyeti işletmeci için eskisine göre çok daha fazladır. Türkiye elektrik piyasalarının deregülasyonu yönünde adım atmıştır ve büyük nükleer santraller projesi bu çerçeve içerisinde anlamsız gözükmektedir. Deregüle edilmiş elektrik piyasalarında büyük enerji üretim birimleri (büyük termik, hidroelektrik ve nükleer santraller) aşırı fiyat dalgalanmalarında zararı devlet (kamu) tarafından karşılanacak kuruluşlardır. Nitekim TAEK’in projesine göre nükleer santralin lisansı bizzat TAEK tarafından verilecek ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) nükleer santral işine karışmayacaktır. [18] Devlet ve nükleer santraller arasında çok özel kredi ve elektrik alım garantileri gündeme gelecektir, zira örneğin ABD’de nükleer enerji alımı devlet tarafından destekleniyor. [19] Bu konunun Türkiye’de de sıkı takip edilmesi gerekmektedir.

Ayrıca üzerinde şu anda hiç durmadığımız ama kesinlikle incelenmesi gereken bir nokta daha var. Nükleer endüstrinin fayda-maliyet analizi doğal çevre ve insan sağlığı üzerinde gelecek kuşaklara da yayılan etkileri içerecek şekilde yapıldığında ne çıkar? Bu analizlerde kullanılan kriterler toplumun nükleerden etkilenecek farklı kesimlerinin (örnek, Sinop halkının) değerlerini ve risk algılamalarını yansıtıyor mu? Bunların tamamı ekonomik analize dahil edildiğinde nükleer endüstri açısından hiç de iç açıcı olmayan bir manzara ortaya çıkacağını var sayıyorum.

3. Türkiye enerji açığıyla karşı karşıya mı?

Enerji Bakanı’na göre 2007, bakanlığın eski değerlendirmelerine göre 2009 veya bir Enerji Bakanlığı uzmanına göre 2011’den sonra enerji açığı yaşanacak. [20] Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Türkiye’nin 2020 senesi brüt enerji ihtiyacını 570 milyar kwh olarak hesaplarken [21] bir TÜSİAD Raporu aynı değeri 315 milyar [22], EMO 310 milyar [23] olarak hesaplamaktadır. Demek ki bu rakamlarda uzlaşabilmek o kadar kolay değildir; hesaplamalar farklı kurum ve kuruluşların kullandıkları modellere ve model varsayımlarına göre değişmektedir. Bunun yanı sıra Türkiye’de enerji son derece verimsiz bir şekilde kullanılmaktadır. Dağıtım verimliliği dikkate alındığında Türkiye’de şebeke kayıpları net üretimin %20’sini oluşturmaktadır. [24] Türkiye tüketim verimliliği açısından da OECD ortalamasının, hatta Hindistan, Hong Kong ve Arjantin gibi ülkelerin bile çok gerisindedir. 1970-1993 ortalamasına göre Türkiye’nin GSYH’sındaki bir birimlik artış için enerji tüketimi bir birim artarken, OECD ülkelerinde 0.4, Hindistan’da 0.71, Hong Kong’da 0.25, Arjantin’de ise 0.77 birim artmıştır. [25] Enerji talep projeksiyonlarına verimlilik artışının bir varsayım olarak eklenmesi halinde talep tahminleri daha da düşecektir. Ayrıca, Türkiye oldukça yüksek miktarda yenilenebilir enerji potansiyeline sahip olmasına karşın jeotermal, rüzgar ve güneş enerjisi potansiyelinden hemen hiç yararlanmamakta, yalnızca hidrolik enerji potansiyelini kullanmaktadır. Türkiye’nin küçük ölçekli ekonomik hidroelektrik üretim potansiyeli 32, güneş enerjisi potansiyeli 305, rüzgar enerjisi potansiyeli 50, jeotermal enerji potansiyeli 1.4 milyar kwh olarak hesaplanmaktadır ve bunun üzerine klasik biyokütle, deniz dalga enerjisini de eklemek gerekir. [26] Yatırımların doğru ve yerinde yönlendirilmesi halinde Türkiye’nin enerji ihtiyacını yenilenebilir kaynak potansiyeline ağırlık vererek karşılayabilecek durumda olduğu iddia edilmektedir. [27]

Demek ki, yakın gelecekte bir enerji açığı tehdidi inandırıcı olmadığı gibi bu açığın kapatılabilmesi için nükleer enerjiye ihtiyacımız olduğu da doğru değildir. Enerji verimliliğini ve yenilenebilir kaynak potansiyelini dikkate alan teknolojik tercihler ve politikalar önem kazanmaktadır.

4. Nükleer enerji Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltır mı?

Bu iddiayı ortaya atanlar Türkiye’nin toryum kaynakları üzerinde bir efsane üyorlar Türkiye’nin nükleer enerji üretiminde hammadde olarak kullanılabilecek 380.000 ton toryum rezervine sahip olduğu iddia edilmektedir. Oysa, toryum henüz nükleer bir yakıta dönüştürülebilmiş değil, ilerde dönüşmesi ihtimal dahilinde. [28] Yani benzer bir şekilde, Türkiye’nin halen emekleme aşamasında olan hidrojen yakıt teknolojisine yönelmesinin de dışa bağımlılığı azaltacağı iddia edilebilir. Daha genel bir ifadeyle, hidroelektrik hariç yenilenebilir enerji üretiminde yararlanılan pek çok teknoloji, güneş pilleri ve rüzgar tribünleri, buların hepsi gelişmekte olan, gelecek vaat eden teknolojilerdir.

Türkiye bu alanlarda uzun vadeli yatırımlar yapmak yerine kolaya kaçmakta, eski nükleer teknolojileri satın alarak teknolojik bağımlılık yaratmakta, üstelik bir de toryum etrafında efsane örerek bunu ülke bağımsızlığı adına atılan bir adım gibi göstermektedir.

5. Nükleer enerji temiz midir, küresel ısınmaya karşı bir alternatif midir?

Burada sözü doğrudan IPPNW’ya bırakalım (International Physicians for the Prevention of Nuclear War). Nükleer enerji sektörü nükleer santrallerin kömür, petrol ve doğalgazın yerine geçemeyeceğini kabul ediyor. 2050 yılı itibariyle, fosil kökenli enerjinin sadece %10’unun nükleer enerjiden sağlanması planlansa bile, yaklaşık 1000 tane nükleer santralin kurulması gerekir (şu an dünya genelinde 440 adet mevcut). 1000 yeni santralin kurulması mümkün olsa bile inşa edilmesi onlarca yıl sürer (bu arada uranyum rezervleri de tükenir). Oysa iklim değişimini durdurmak için hızla müdahale etmek gerekiyor ama nükleer enerjinin hızlı yaygınlaşma imkanı yok. [29]. Dahası, nükleerin fosil yakıtları oldukça abartılı bir tahminle %10 oranında ikame etmesi bile küresel iklim değişimine neden olan karbon emisyonlarının en fazla %5 ila %10 arasında azalması demek. Oysa iklim değişimini durdurabilmek için bu gazların emisyonunu aşamalı olarak %60-70 oranında azaltmak gerekiyor.

Kısacası, nükleer enerjinin küresel iklimin ilacı olduğu iddiası bir safsata.

6. Türkiye Nükleer Silahlanma Arayışı İçinde mi?

Bu da bir ihtimal dahilinde. İlk beş maddeyi incelediğimizde nükleer enerji konusunda ısrar etmek o kadar akıl dışı görünüyor ki, belki de geriye tek anlamlı gerekçe olarak nükleer silahlanma ve nükleer güç olma alternatifini en azından yedekte tutma düşüncesi kalıyor. Nükleer silahlanmalarla ilgili araştırmalar yapan Mustafa Kibaroğlu Washington Post gazetesinde 7 Mart 2006’da yayınlanan bir yazıda Türkiye’nin nükleer programının gerçek amacının ne olduğu konusunda kuşkularını ifade ediyor. [30]

Fakat, tıpkı meşhur İngiliz film yönetmeni Stanley Cubrick’in absürd komedisi “Dr. Strangelove”da çizdiği şekilde, “bomba”yı ve dehşet dengelerini sevenler her yerde mevcut. Teknolojinin barışçıl amaçlara hizmet etmesini, demokratik olarak denetlenmesini arzulayanlara; doğayla uyumlu, sürdürülebilir bir gelecekten yana olanlara ise Türkiye’nin mevcut nükleer enerji problemini derinlemesine incelemek, tartışmak ve gerekiyorsa, gelecek kuşakları tehdit edecek yeni maceralara engel olmak gibi önemli bir görev düşüyor.

Bu yazı Diş Hekimleri Odası dergisinin Mayıs 2006 sayısında yayımlanmıştır.

NOTLAR

1 “Nükleer santralde kriterlere uyan sekiz yer belirlendi”, Anadolu Ajansı Haberi, 4 Mart 2006.

2 AKP nükleer için atakta, Radikal Gazetesi, 7 Eylül 2004.

3 Carter, Ashton B., and Stephen A. LaMontagne. "A Fuel-Cycle Fix." The Bulletin of the Atomic Scientists (January / February 2006): 24-25. http://bcsia.ksg.harvard.edu/publication.cfm?program=CORE&ctype=article&item_id=1345.

4 Bir değil üç nükleer enerji santralı, Ekonomi servisi, Milliyet, 2 Temmuz 2004.

5 Türkiye "nükleer tehdit"e karşı arayış içinde, Semih İDİZ, Milliyet, 18 Mart 2006,
http://www.milliyet.com/2006/03/18/yazar/idiz.html.

6 Fatih Uğur, “Nükleer Enerji Yolda” Aksiyon Haftalık Haber Dergisi, Sayı: 579, 09.01.2006, http://aksiyon.com.tr/detay.php?id=23158.

7 Dave Martin, “The Threat of Nuclear Weapons Proliferation from Turkey”, Nuclear Awareness ProjectJune 1998, http://www.cnp.ca/issues/turkey-nuclear-background.html.

8 http://www.greenscissors.org/energy/neri.htm.

9 “Çernobil korkusu yersiz, beş nükleer santral gerekli”, Eylem Türk’ün haberi, Milliyet, 5 Şubat 2006, http://www.milliyet.com/2006/01/05/ekonomi/axeko02.html.

10 “Nükleerleştiremediklerimizden misiniz?”, Metin Münir, Milliyet, 28 Ocak 2006, http://www.milliyet.com/2006/01/28/yazar/münir.html.

11 Enerji Bakanı Hilmi Güler’den nükleer yanıtlar, Meral Tamer’in köşesi, Millliyet, 8 Temmuz 2004.

12 Nükleer Seçenek, Derya Sazak’ın köşesi, Milliyet, 10 Ağustos 2004.

13 TAEK Başkanı Okay Çakıroğlu’nun verdiği mülakat, Yeni Şafak, 4 Mart 2006, http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2006/mart/04/p02.html.

14 Guide yo Nuclear Energy, Nuclear Energy Institute, January 2001. http://www.nei.org/ adresinden indirilebilir.

15 From Modeling to Managing Security: A System Dynamics Approach, Jose J. Gonzalez (ed.), Norwegian Academic Press, 2003.

16 EMO Enerji Raporu, 2003. www.emo.org.tr.

17 Andrew Ford, System Dynamics and the Electric Power Industry, System Dynamics Review, 13 (1), 1997.

18 Nükleerde EPDK Yok, Yeni Şafak, 4 Mart 2006, http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2006/mart/04/p02.html.

19 http://www.greenscissors.org/energy/neri.htm

20 En erken 10 yılda biter, Seçkin Ürey’in haberi, Milliyet, 23 Temmuz 2004.

21 Dünya Enerji Konseyi Türk Ulusal Komitesi, 2000, 1998 Enerji İstatistikleri Raporu, Ankara.

22 TÜSİAD, 1998, “21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi”, Yayın no. TÜSİAD-T/98-12/239, Aralık, İstanbul.

23 EMO Nükleer Enerji Bildirisi, 2004. www.emo.org.tr.

24 Dünya Enerji Konseyi Türk Ulusal Komitesi, 2000, 1998 Enerji İstatistikleri Raporu, Ankara.

25 Ekrem, E., diğerleri. Ulusal Çevre Eylem Planı, Enerji Sektöründen Kaynaklanan Hava Kirliliği, DPT, Mart 1997.

26 TÜSİAD, 1998, “21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi”, Yayın no. TÜSİAD-T/98-12/239, Aralık, İstanbul.

27 Ebru Özdemir, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Türkiye’nin Gelecekteki Elektrik İhtiyacının Karşılaması Üzerine Dinamik Bir Analiz, Mastır Tezi, Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü, 2002.

28 İnci Gökmen ile mülakat, Derya Sazak, Milliyet, 16 Ağustos 2004.

29 Nükleer Santraller Kapatılsın!, IPPNW Uluslar arası Kampanya. www.facts-on-nuclear-energy.info.

30 Mustafa Kibaroğlu, “Beyond Iran: The Risk of a Nuclearizing Middle East”, The Washington Institute Luncheon,
http://www.iranwatch.org/privateviews/WINEP/perspex-winep-beyondiran-Kibaroglufulltranscript.pdf.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder