6 Nisan 2012 Cuma

Büyümenin Sınırları: Kırkıncı Yıl

Büyümenin Sınırları (BS) ilk olarak 1972 yılında yayımlandı. Kavramsal arka plan ve benimsediği yöntemsel çerçeve bakımından son derece orijinal olan bu çalışma, özetle, işlerin olduğu gibi gittiği bir dünyada maddi büyümenin bir tepe noktasına ulaştıktan sonra çökeceğini, üstelik bunun 21. Yüzyıl’ın ortalarına doğru gerçekleşeceğini söylüyordu.







BS’nin yararlandığı veriler 1992 ve 2004 yıllarında iki defa elden geçirildi, kitabın dili sürdürülebilirlik alanındaki güncel terminolojiyle uyumlu hale getirilirek 20. ve 30. yıl güncellemeleri yayımlandı. İçinde bulunduğumuz yıl, 40. yıldönümü vesilesiyle BS, yeniden gündemde.
Kitabın birinci baskısını 1990’ların ortalarında okumuştum. Karmaşık dinamik problemleri sistem modellemesi ve bilgisayar benzetimiyle çözümleyen yaklaşımı, benim akademik bir disiplin olarak sistem dinamiğine yönelişimde önemli rol oynamıştı. Bir doktora adayı olarak önümdeki yönteme ve onun olanaklarına karşı hayranlık beslesem de kitabın öngörülerine inanmakta zorlandığımı hatırlıyorum.
Büyümenin Sınırları (BS), aslında yayımlandığı günden itibaren pek inandırıcı bulunmamıştır. Kimileri yöntemi baştan aşağı karalamayı tercih ederken, kimileri de modelin bazı varsayımlarını sorgulamıştır. Genel eğilim ise, sorun çözmek adına dört elle maddi büyümeye sarılmış bir dünyada, bu keyif kaçıran sonuçları ihmal etmek yönünde olmuştur. Sonuçlarını kabul etmeye çok hazır olmama karşın, sanırım benim algım da insanlığın genel eğiliminden farklı şekillenmemişti. Burada, ikna ve inandırıcılığı zaafiyete uğratan iki faktöre dikkat çekmek istiyorum: Arzu etmediğimiz, işimize gelmeyen verileri görmek istemiyor, ciddiye almıyoruz; ve uzak bir tarihte gerçekleşmesi muhtemel çıktıları anlamak istemiyor, önemsizleştiriyoruz. Sonuç olarak, öngörüye dayalı hareket etmek yerine, yaşanmış olanlardan ders çıkararak, veya daha kötüsü, olayların peşinden sürüklenerek hareket ediyoruz.
İnsanın öngörü zaafiyeti biyolojik evrimin mantığıyla tutarlı olabilir. Biyolojik evrim Darwin’den beri kabul edildiği şekilde dayanıklı olanın hayatta kaldığı ereksiz ve kör bir süreçse, öngörü becerimiz evrimsel açıdan ödüllendirici olmadığı için yeterince gelişmemiş olabilir. Diğer taraftan, mevcut ekonomik kurumların içerisinde hayatta kalabilmenin koşulları sertleştikçe, tüm entelektüel enerjimiz bugüne odaklanarak öngörü becerimizin altını iyice oyuyor. Diğer bir ifadeyle, yalnızca dayanıklı olanın hayatta kaldığı düzen sertleştikçe, geleceğe dönük ilgi ve alaka zayıflıyor.
Büyümenin Sınırları (BS) gibi çalışmalardan yararlanabilmek için, geleceği ciddiye almak ve bunun ihtiyaç duyduğu entelektüel çabayı yerine getirmeye, sonuçlarına katlanmaya hazır ve istekli olmak gerekiyor. Bu yazıda, ilgi göstermeye hazır olanlara BS’nin kavramsal arka planını, yöntemini ve öngörülerini aktarmak istiyorum.
Kavramsal Arkaplan
BS, sonlu veya sınırlı bir dünya fikri ve böylesi bir dünyada maddi tüketimin ilelebet büyüyemeyeceği düşüncesinden hareket eder. Bu düşünce BS’nin bir icadı değildir, fakat çalışmanın yayımlandığı 1972 yılında, az sayıdaki iktisatçı arasında yeni ciddiye alınan bir konudur. Sınırlı bir evrende sınırsız ekonomik büyüme olamayacağını ifade eden ilk düşünür olarak Thomas Malthus’u biliyoruz. Thomas Malthus henüz 18. Yüzyıl’da, “geometrik” veya “üstel” olarak adlandırdığımız katlanarak büyümenin tehlikelerine işaret ediyor, gıda üretimindeki artışın insan nüfusunun geometrik büyümesini karşılayamayacağına ve bunun toplumsal felaketlere yol açabileceğine değiniyordu. Yine 19. Yüzyıl’ın başlarında termodinamik kuramın kuruluşundan beri, içinde yaşadığımız dünyanın sadece maddi kaynaklarının değil, kullanışlı enerji kaynaklarının da sonlu olduğunu biliyoruz. 19. Yüzyıl liberal düşünürü John S. Mill, hızla sanayileşen İngiltere’de, tüm doğal ve biyolojik varlıkların imal edilmiş sermayeyle yer değiştirmesine karşı çıkarak ekonominin kararlı bir denge seviyesine ulaşmasını hayal ediyordu. Bu denge ekonomisinde insanlar daha fazla imal edilmiş sermaye edinmek için doğal kaynakları tüketmeye devam etmeyecekler, aksine, o güne kadar biriktirmiş oldukları zenginliğin tadını çıkaracaklardı.
Dünyanın görece “boş” olduğu zamanlarda, yani yeryüzü kaynaklarının henüz aşırı tüketilmediği ve aşırı kirletilmediği bir çağda, yukarıdaki fikirler birer fantazi olmanın ötesine geçemedi. 1930’ların ekonomik bunalımı sonrasında işsizlik, enflasyon gibi meselelere odaklanan, işsizliğin bir ilacı olarak dört elle ekonomik büyümeye sarılan iktisatçıların ve politikacıların aklına, tüm bu sürecin doğal çevre üzerinde dönüşsüz maliyetleri olabileceği düşüncesi hiç gelmedi. Ta ki, özellikle erken sanayileşen batı toplumlarında endüstriyel ve toksik kirlilik ciddi bir problem oluşturup bugün adına modern çevre hareketi dediğimiz küresel bilinç uyanana kadar. 1960’ların sonuna geldiğimizde dünyanın artık görece “dolu” olduğunu, çevresel kaygıların artmaya başladığını, buna bağlı olarak dünyanın sınırlarının ve insan maddi tüketimindeki geometrik büyümenin düşünürler ve iktisatçılar tarafından yeniden sorunsallaştırıldığını söyleyebiliriz.
Böyle yaklaştığımızda, Büyümenin Sınırları çalışmasının mimarları olan D. H. Meadows, D. L. Meadows, Jorgen Randers ve W. W. Behrens III’in, yine 1960’ların sonunda sınırlı dünya fikriyle hareket eden fakat farklı problemlere eğilen Kenneth Boulding ve Herman Daly gibi düşünür ve iktisatçılarla benzer bir paradigmayı paylaştıklarını görüyoruz. Özetle, BS’nin birinci ayırt edici özelliği, 1972 senesi gibi erken bir dönemde, sınırlı dünya ve geometrik büyümenin tehlikeleri fikrini küresel bir analizin temel meselesi haline getirmiş olmasıdır.
Fakat BS’nin belki daha önemli diğer bir özelliği, 1960’larda yeni disiplinleşen sistem kuramının, sistem modellemesi ve bilgisayar benzetimlerinin çok çarpıcı bir örneğini ortaya koymuş olmasıdır. 1950’lerden itibaren Massachusetts’teki MIT Sloan Yönetim Okulu’nda temelleri atılan ilke ve yöntemler, BS çalışmasıyla birlikte ilk defa, zamansal menzili çok uzun ve mekansal sınırları çok geniş bir problemin analizi için uygulanmıştır. Çalışmanın zamansal-meknasal boyutlarını ve sağladığı mesajları mümkün kılan şey, bu yöntemsel çerçevedir.
Büyüme-Sınır Aşımı-Çöküş
BS, sınırlı bir dünyada, nüfusun ve maddi tüketimin geçmişte ve bugün olduğu şekilde geomertik olarak, katlanarak büyümeye devam etmesi halinde, önce yeryüzünün taşıma kapasitesini aşacağını, içinde bulunduğumuz yüzyılın ortalarına doğru ise şiddetle azalacağını öngörür. Bu, büyüme-sınır aşımı-çöküş dinamiği olarak adlandırılabilir. BS’nin bu öngörüsünü mümkün kılan, birincil, ikincil, üçüncül tüm ekonomik sektörleri, yani tarım-madencilik, imalat ve hizmet sektörlerini birbiriyle ve doğal çevrenin sınırlı kaynak ve yutak fonksiyonlarıyla entegre eden özgün yapısıdır. BS, gerçek dünyanın basitleştirilmiş bir temsilidir; tüm bu sektörler, aralarındaki döngüsel nedensellikler ve neden-sonuç ilişkileri arasındaki zamansal gecikmeler dikkate alınarak modellenmiştir. BS’nin büyüme-sınır aşımı-çöküş dinamiği üretmesine neden olan, bu öngörüyü üretebilmesini sağlayan, onu bu öngörüye zorlayan zayıf veya kötümser gelecek projeksiyonları değil, modelin yapısında yer alan değişkenler arasındaki neden-sonuç ilişkileri, döngüsel nedensellikler ve gecikmelerdir.
Büyüme-Sınır Aşımı-Çöküş’ün Yapısal Nedenleri
Eğer nüfus ve maddi tüketim geometrik olarak büyüyorsa, büyümenin önünde dünyanın sınırlı olmasından kaynaklanan zorunlu engeller varsa, fakat bu engeller yeterince erken teşhis edilip büyüme problemine karşı gerekli önlemler zamanında alınmıyorsa, büyüme-sınır aşımı-çöküş kaçınılmazdır. Bu BS’nin ürettiği bir sonuç olduğu kadar genel bir sistem prensibidir. Dahası BS, işlerin olduğu gibi gittiği, yani nüfusun ve kişi başına maddi tüketimin geometrik olarak büyüdüğü bir dünyada, yalnızca kaynak verimliliğine ve kirlilik kontrolüne vurgu yapan alışılmış koruma önlemlerinin çözümsüzlüğü pekiştirdiğini de göstermektedir.
Katlanarak büyüme, sınırlar ve gecikmeler, bu üç unsur varlığını koruduğu müddetçe, kaynak verimliliği ve kirlilik kontrolü hususunda büyük adımlar atsak bile, büyüme-sınır aşımı-çöküş kaçınılmazdır. Bu önlemler, insan canlı türünü bekleyen biyolojik ve maddi çöküşü sadece ertelemeye hizmet etmekte, diğer taraftan sınır aşımı ve çöküşün boyutlarını şiddetlendirmektedir. BS dinamiğinin nedeni olarak ileri sürdüğümüz büyüme, sınırlar ve gecikme faktörleri içerisinde, sınırlar için yapabileceğimiz pek az şey vardır. O halde yapısal olarak odaklanılması gereken büyüme sorununun ve bununla beraber teşhis ve eylem arasındaki büyük gecikmelerin bertaraf edilmesidir. Bu noktalarda önlem alınması halinde, kaynak verimliliği ve kirlilik kontrolündeki ilerlemelerin de katkısıyla, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonuna doğru sürdürülebilir bir denge ekonomisine ulaşmak mümkün olacaktır.
BS’nin yaratıcıları yıllar boyunca ısrarla, kendilerinin bir felaket senaryosu inşa etmek niyetinde olmadıklarını, insanlığın önündeki imkanları sergilemek gayretinde olduklarını savundular. Bunun ciddiye alınması gerekir. BS kendisine kötümser bazı senaryolar “dayatıldığı” ve “yüklendiği” için büyüme-sınır aşımı-çöküş dinamiği yaratmıyor. Temelinde, dünya ekonominin işleyişini temel alan neden-sonuç ilişkileri üzerine kurulu bir sistem yapısı var olduğu için bu mesajı üretiyor. Yine aynı model üzerinde, büyüme ve gecikmelerle ilgili ve bunlarla birlikte kaynak verimliliği ve kirlilik kontrolü üzerinde deneyler yaptığımızda, sürdürülebilir bir geleceğin hala mümkün olduğunu da iddia ediyor.
Bu kuramsal çerçevenin önemi, bizlere bu imkanları öğrenme ve tartışma olanağı sunması. BS kendi başına bir büyüme-sınır aşımı-çöküş kuramıdır fakat bir büyüme veya küçülme kuramı değildir. Sokaktaki insan açısından önemi, ekosistemin sınırlarını, maddi kaynak kullanımındaki geometrik büyümenin ve eyleme geçmekteki uyuşukluğumuzun sonuçlarını tartışabileceğimiz bir kuramsal çerçeve sağlamasıdır. Araştırmacılar açısından önemiyse bence, sağlıklı bir küçülme kuramına duyulan şiddetli ihtiyacı vurguluyor olmasıdır.
Zaman BS’nin bir öngörüsünü doğruluyor. Katlanarak büyüme devam ediyor ve sınırlar aşıldı. Zaman BS’nin gecikmeler hakkındaki kaygılarını da doğruluyor. Eyleme geçmek hususunda muazzam bir uyuşukluk içerisindeyiz. Örneğin, bilimin tüm tavsiye ve uyarılarına rağmen küresel kurumlarımız, karbon salımında ciddiye alınır bir indirim programını baltalamak üzere çalışıyor. Dünya petrol üretiminin tepe noktasındayız, petrol fiyatları sistematik olarak artıyor fakat artan enerji talebini kaşılayacak ikame bir kaynak henüz yok. BS’nin öngördüğü büyüme-sınır aşımı-çöküş dinamiğinin ilk iki safhasına tanık olduk. Üçüncü safhanın önümüzdeki on yıllarda BS’yi fazlasıyla iyimser çıkarmasından korkarım.
NOT:
Limits To Growth, D. H. Meadows, D. L. Meadows, J. Randers, W. W. Behrens III, Potomac Associates, 1972. Kitabın çok az bilinen (benim de bu yazıyı yazarken varlığından haberdar olduğum) üzerinde iyi çalışılmış, tükenmiş bir Türkçe baskısı var: Ekonomik Büyümenin Sınırları, çev. Prof. Dr. Kemal Tosun ve ekibi, İÜ İşletme Fakültesi Yayını, İstanbul, 1978.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder