Küresel iklim değişimi; ısı dalgaları, tayfunlar veya kuraklık gibi aşırı iklim olayları yaşandıkça kendisinden söz etmeyi alışkanlık haline getirdiğimiz bir çevre problemiydi. Fakat artık öyle umuyoruz ki, nedenleri ve etkileri itibariyle yaşadığımız çağın en çetin sorunlarından biri olan iklim değişimine karşı kalıcı bir farkındalık ve eylemlilik geliştirelim, çünkü bu problem karşısında tedbirli olmak için, acil ve sürekli eylem gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan iki önemli rapor, birincisi 30 Ekim 2006 tarihli İngiliz Hazinesi “Stern” raporu ve diğeri de 2 Şubat 2007’de özeti açıklanan IPCC (Hükümetler Arası İklim Değişimi Jürisi) Dördüncü Değerlendirme Raporu, bilim çevreleri tarafından her vesileyle ifade edilen, politikacılar ve iş dünyası tarafından kurnazlıkla takip edilen ve çevre ve ekoloji aktivistleri tarafından oldukça iyi bilinen bazı gerçekleri bir kez daha, fakat bu sefer çok daha yalın ve kesin bir dille ifşa etti. Bu iki raporun ilkinden bir alıntı ile özetleyecek olursak: “Bilimsel kanıtlar son derece fazla… iklim değişimi çok ciddi bir küresel tehlike ve acil bir küresel önlem gerektiriyor… İşlerin olduğu gibi devam ettiği bir senaryo altında sera gazı konsantrasyonları yüzyıl sonunda üç mislinden daha fazla artabilir ve bunu takip eden yıllarda ortalama küresel sıcaklık %50 ihtimalle 5oC’den daha fazla yükselebilir… Bu insanları bilinmeyen topraklara taşıyacaktır.” [1] IPCC ise şunları söylüyor: “İklim değişimi modellerinin ve iklim gözlemlerinin birlikte analizi, iklim duyarlılığı hakkında ilk defa kuvvetli bir tahmin yapabilmemize ve iklim sisteminin sera gazlarının ısı tutma kapasitesine nasıl yanıt verdiğini anlamamıza imkan tanıyor… Buna göre, karbon dioksit konsantrasyonu iki misline yükseldiğinde buna tekabül eden ortalama sıcaklık artışı 2 ila 4.5 oC arasında olacak ve bu değer en kuvvetli ihtimalle 3oC.” [2]
Ayrıca, tüm bu raporlardan medyaya yansıyan beklenen iklim olaylarını ve Al Gore’un “Uygunsuz Gerçek” filminde ikna edici bir şekilde anlattığı yaşanan ve beklenen felaketlerin en azından bir kısmını önleyebilmek için küresel sera gazı emisyonlarımızı önümüzdeki 50 sene içerisinde bugünkü seviyenin yaklaşık yarısına, yüzyıl sonunda ise beşte birine indirmemiz gerektiği söyleniyor. Diğer taraftan da bu önlemin bir maliyeti olduğu, sera gazı indirimi yapmanın bedava olmadığı belirtiliyor. Peki, neden derhal bu kadar radikal ve pahalı bir önlem almamız, neden derhal bu kadar radikal bir önlem alınması için hükümetlere ve yöneticilere baskı yapmamız gerekiyor? Bu çerçevede, iklim değişiminin canlanan etkileri karşısında geçim kaynaklarını yitirme tehdidiyle karşı karşıya olanların, gelecek kuşaklar için yaşanabilir bir dünya bırakmak isteyenlerin ve iklim sorununa ilgi gösteren herkesin çok iyi bilmesi ve başkalarına da anlatabilmesi gereken, iklim değişimi problemine özgü temel bazı gerçekleri hatırlatmakta fayda var:
İklim değişimi söz konusu olduğunda bizim niyet ve eylemlerimizle bu niyet ve eylemlerin sonuçları arasında, toplam süre olarak karşılaştırıldığında olağan insan ömrünü cüceleştiren üç önemli “gecikme” söz konusu.
Bunlardan birincisi küresel bir sorun karşısında kolektif karar verme ve eyleme geçebilme kapasitemizle ilgili. Küresel ısınmayı bilim dünyası yeni keşfetmedi. 1896’da İsveçli kimyager Svante Arrhenius petrol, gaz ve kömürün yanarken karbon dioksit gazı saldığını kanıtladığında, bu gazların bir sera etkisi yarattığı çoktandır biliniyordu. 1958 senesinde atmosferdeki karbon dioksit birikimi Charles David Keeling tarafından aletsel ölçümlerle kanıtlanmıştı. 1979 tarihli ABD Bilimler Akademisi raporu da iklim değişimi ve sera etkisi arasındaki ilişkiye dikkat çekerek “iş işten geçmeden bir şeyler yapılması” hususunda uyarıda bulunuyordu. İklim değişimi hakkında en güvenilir ve güncel bilimsel verileri değerlendirmek üzere IPCC, BM (Birleşmiş Milletler) himayesinde, 1988’de kuruldu. Derken, mevcut küresel yöneti(şi)m süreçlerinin en parlak örneği olan UN-FCCC (BM İklim Değişimi Çerçeve Anlaşması) 1992’de imzalandı ve 1997’de imzalanan ve 2004’de uygulamaya giren Kyoto Protokolü gibi süreçlerin önü açıldı. Kyoto Protokolü iklim değişimi karşısında doğru yönde atılmış yetersiz bir adım ve bu yetersiz noktaya gelene kadar insanlık olarak neredeyse bir yüzyıl kaybettiğimizi söyleyebiliriz. Bundan sonrası için yeterli olabilecek önlem ve anlaşma arayışları muhtemelen bir yüzyıl daha süremeyecektir fakat Koyoto’nun 2012 sonrası ikinci taahhüt dönemi ve henüz iklim regülasyonu altında yer almayan Çin ve Hindistan gibi büyüyen devlerin ve ABD ve Avustralya gibi yüzsüz kirleticilerin bir şemsiye altına nasıl dahil edilecekleri henüz kararlaştırılamamaktadır. Sonuç olarak, niyet ve eylemlerimizle bunun sera gazı emisyonlarına etkisi arasındaki birinci gecikme mevcudiyetini korumaktadır.
İkinci gecikme, birinci gecikmeden sıyrılarak karar verip indirmeye başladığımız sera gazı emisyonları ile sera gazı konsantrasyonu arasındadır. Diğer bir ifadeyle, biz bugün küresel sera gazı emisyonlarını sabit değerde tutsak bile (ki bu hemen hemen imkansız ve şu anda acımasızca artmaya devam ediyor) sera gazı konsantrasyonu sabitlenmeyecek, artmaya devam edecektir. Neden? Bunu, yüksek karar vericiler açısından etkili olabilecek bir iklim raporu ilk defa doğru ve yalın bir dille açıklamış: “İstikrar -hangi seviyede olursa olsun- senelik emisyonların, Dünya’nın doğal kapasitesinin atmosferdeki sera gazlarını özümseyeceği seviyeye indirilmesini gerektiriyor. Emisyonlar ne kadar uzun bir süre bu seviyenin üzerinde kalırsa, ilk istikrar seviyesi de o kadar yüksek olacaktır…” [3] Bunu şöyle de açıklayabiliriz: Atmosferdeki sera gazı konsantrasyonu tıpkı bir küvetteki su gibidir, emisyonlarla (musluktan akan su) dolar, Dünya’nın karasal ve okyanus sistemlerinin özümsemesiyle (giderden akan su) azalır. Nasıl ki biz musluğu kıstığımız halde küvetteki su yükselmeye devam edebilirse; sera gazı emisyonlarını azalttığımızda da konsantrasyon artmaya devam edebilir. Aslında küresel emisyon ve konsantrasyon değerlerinin yüzyıllık tarihini incelediğimizde, kimilerine göre şaşırtıcı olan bu durumu apaçık görebiliriz. Gerçekten de, örneğin ikinci OPEC petrol krizi sonrasına tekabül eden 1979-1984 yılları arasında küresel karbon emisyonları azalmasına karşın konsantrasyon artmaya devam etmiştir. Aynı örüntü büyük ekonomik bunalıma tekabül eden 1930-1935 yılları arasında da görülmektedir. Ve biz bugün biliyoruz ki halen artmakta olan mevcut emisyon değerleri sera gazlarının özümsenme hızının yaklaşık iki misli kadardır. Eğer iklimi hemen yarın kararlı hale getirmek istesek elimizden gelen en iyi şey mevcut emisyon değerlerini derhal %50 azaltmak olurdu ki bu ekonomik, politik ve teknolojik nedenlerle tümüyle imkansız. İşte atmosferdeki sera gazlarının bu basit dinamiğinden ötürü şu radikal çağrıya kulak vermemiz gerekiyor: Dünya iklimini kararlı ve yaşanabilir kılabilmek için önümüzdeki 50 sene içerisinde toplam emisyonları yaklaşık %50 oranında azaltmalı ve en nihayetinde beşte birine indirmeliyiz.
Sorunu daha da vahim hale getiren bir üçüncü gecikme ise sera gazı konsantrasyonu ve iklimin buna verdiği tepki arasında. Diyelim ki karar ve eylem süreçlerini tamamladık, emisyonlarımızı da şiddetli ölçüde azalttık, yani birinci ve ikinci gecikmelerden sıyrıldık ve kararlı bir sera gazı konsantrasyonu yakaladık. Fakat yeryüzünde iklim dinamikleri temelde atmosferin tuttuğu ısı miktarından kaynaklanıyor ve bu ısı miktarı da yeryüzüne ulaşan ve sera gazları tarafından yeryüzüne geri yansıtılan ışınımlar ile yeryüzünden uzaya yansıyan ışınımlar arasındaki dengeye bağlı. Sabit bir sera gazı konsantrasyonuna tekabül eden ısı miktarının ve buna bağlı sıcaklık ve diğer iklim olaylarının dengeye oturabilmesi için yeryüzünden uzaya yansıyan ışınım miktarının yeryüzüne ulaşan ışınım miktarına eşit olacak derecede yükselmesini, yani, yeryüzünün yeteri miktarda ısınmasını beklemek gerekiyor. Çeşitli iklim modellerinin tahminlerine göre bu gecikme 50 ila 100 yıl arasında değişiyor. Demek ki belirli bir sera gazı konsantrasyonuna tekabül eden kararlı ortalama sıcaklığını gözleyebilmek için yaklaşık elli sene, buna bağlı diğer iklim olaylarını gözleyebilmek için ise çok daha uzun bir süre beklemek gerekiyor. Soğuk bir odada bir sobayı yaktıktan sonra oda sıcaklığının arttığını nasıl hemen gözleyemezsek, yeryüzü belirli bir sera gazı konsantrasyonu altında ısınmaya devam ederken bunun etkilerini de derhal gözleyemeyiz. Dolayısıyla, iklim değişiminin bugün gözlenen etkilerinin gelecekte gözlenecek etkilerinin yalnızca habercisi olduğunu söylemek mümkündür.
İşte, iklim değişimi probleminin yapısındaki bu üç temel gecikme nedeniyle küresel iklim için derhal küresel eylem gerekmektedir. Bakalım, gözleyelim, eğer çok kötü etkileriyle karşılaşırsak emisyon indirimi gibi maliyetli önlemler almaya yöneliriz demek lüksüne sahip değiliz çünkü bizler daha vahim iklim olaylarıyla karşılaştığımızda harekete geçmek için daha da gecikmiş olacağız. Karbon ekonomisi puslu ve buzlu bir yolda son sürat seyreden bir otomobile benziyor. Direksiyonun başındaki kararsız kişi (belki sarhoş) karşıdaki tehlikeyi (yanan bir tanker) sezinlemesine rağmen bir türlü frene basamıyor; frene bastıktan sonra duramadan önce uzunca bir süre buz üstünde sürüklenmesi gerekiyor; durmak üzereyken aslında sadece durabilmenin değil, tehlikeden sakınabilmek için tehlikeye yeterli mesafede durabilmenin de önemli olduğunu anlıyor. Kıssadan hisse: Eğer frene yeterince erken ve uygun bir şekilde basabilseydi bu felaket başına gelmeyecekti.
Stern raporu bu dinamik karmaşıklığa da çok isabetli bir şekilde değinmiş: “Bizim bugünkü eylemlerimizin iklim üzerindeki etkileri çok gecikmeli olacak. Bugün yapabildiklerimizin iklim üzerindeki etkileri önümüzdeki 40 ila 50 sene boyunca son derece sınırlı kalacak. Diğer taraftan, gelecek 10 ila 20 sene içerisinde ne yaptığımız bu yüzyılın ikinci yarısını ve önümüzdeki yüzyılı köklü bir şekilde etkileyecek.” [4]
Tüm bu nedenlerden dolayı Küresel İklim İçin Küresel Eylem. Hemen Şimdi!
Bu yazı 11 Mart 2007 tarihli Radikal İki'de yayımlanmıştır.
NOTLAR
1 Stern Review on the Economics of Climate Change, HM Treasury, 2006., p. vi (www.hm-treasury.gov.uk).
2 Climate Change 2007: The Physical Science Basis (Summary for Policymakers), IPCC, p. 9 (www.ipcc.ch).
3 Stern Review on the Economics of Climate Change, HM Treasury, 2006, p. xi (www.hm-treasury.gov.uk).
4 Stern Review on the Economics of Climate Change, HM Treasury, 2006, p. i (www.hm-treasury.gov.uk).
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder