Uluslararası Ilısu konsorsiyumu 2001 ve 2009 yıllarında iki defa dağılınca, barajın yapımında ısrarcı olan hükümet yüzünü bu sefer yerli kaynaklara döndü. Şu anda Garanti, Akbank ve Halkbank’ın barajın inşaatı için ihtiyaç duyulan ilave finansmanı sağlayacağı yönünde duyumlar var.[1] Yerli kurumlar, yabancı kurumlar gibi OECD ve Dünya Bankası kriterlerini dikkate alacaklar mı, henüz bilmiyoruz. Fakat Türkiye’nin iç hukuk süreçlerinin uluslararası standartlar ile uyumlu olmayışı, ayrıca yerli bankacılık sisteminin uluslararası sisteme göre hükümet manipülasyonuna çok daha açık oluşu, Ilısu ile ilgili yeni ve kritik bir safhaya girdiğimizi gösteriyor.
Hikayeyi biraz baştan almakta yarar var. Ilısu Barajı, Güneydoğu Anadolu Projesi’nin (GAP) üçüncü büyük hidroelektrik yapısıdır. Sulama hizmeti içermeyen 1200 MW kurulu güce sahip bir hidroelektrik projesidir. Ilısu rezervuarı 300 kilometre kareyi kaplayacaktır, barajın toplam maliyeti çeşitli kaynaklarda farklı aktarılmakla birlikte, 2.5 milyon avro kadardır.
Kalkınma, kültür ve çevre hakkında GAP ile ilgili pek çok mesele bir tarafa, özellikle Ilısu Barajı, yerel halk ve sivil toplum kuruluşları ile barajın yapımında ısrar eden hükümet ve inşaat şirketleri arasında bir ihtilaf konusu olmuştur. Yüzlerce köyü sular altında bırakan, on binlerce insanı yerinden eden, kültürel mirası, verimli arazileri ve ekosistemleri yok eden Karakaya, Atatürk ve Birecik barajı deneyimlerinden çıkarılacak dersler vardır. En önemlisi, Ilısu Barajı tarihi Hasankeyf kasabasını sular altında bırakacaktır ve bu kasaba şimdilerde Doğa Derneği tarafından UNESCO Dünya Mirası için aday gösterilmektedir.
Bölgenin kapsamlı antropolojik /arkeolojik değerlendirmesi 2004 yılında İrlandalı bir akademisyen Maggie Ronayne tarafından yapılmıştı. Ronayne’ye göre “Ilısu Barajı Yukarı Dicle Vadisi’nde yüzlerce kadim yapıyı yok edecektir ve bunların tümünün barajın inşaat süresi içerisinde çıkarılması ve kayıt altına alınabilmesi mümkün değildir. Bu bölge, insanın erken kökenlerini ve Neandertal yaşamı anlamamıza yardımcı olacak şekilde uluslararası öneme sahip olabilir. Dünyada, toplulukların bitki ve hayvanları evcilleştirdiği ilk yerleşim yerlerinden birisidir ve Roma ve Asur imparatorlukları da dahil olmak üzere pek çok imparatorluğun sınır bölgesidir.”[2]
İlk uluslararası Ilısu konsorsiyumu 2001 yılında, Britanyalı Balfour Beatty’nin dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair’e rağmen desteğini çekmesiyle dağılmıştı. Baraj karşıtı kampanyaların, Arap Ligi’nin ve belki o yıllarda yeni yayımlanan Dünya Bankası, Dünya Barajlar Komisyonu Raporu’nun da etkisiyle İngiltere Hükümeti dört koşul ileri sürmüştü: Yerlerinden edilen 50.000 insan için uygun yeniden iskan programı, Suriye ve Irak ile müzakereler, 2000 yıllık Hasankeyf için kurtarma arkeolojisi planı (bölgenin 100 bin yıllık tarihinin korunması), kanalizasyon sistemlerini de içine alacak şekilde çeşitli iyileştirmelerin yerine getirilmesi.[3] Balfour Beatty’nin resmi açıklamasına göre “ticari, toplumsal ve çevresel meselelerin görünür bir tarihte çözümlenmesi mümkün görünmüyordu.”
Türkiye Ilısu konusunda kararlıydı. İlk konsorsiyum dağıldıktan sonra Devlet Su İşleri, Ilısu Projesi’nin kendisinin revizyonu için değil ama Ilısu Çevre Etki Değerlendirme’sinin güncellenmesi için bir çalışma başlattı.
Maggie Ronayne bu güncellemeyi 2006 yılında inceledi. “Güncellemenin, projenin etkilerinin bağımsız bir değerlendirmesi olmadığı” fikrine ulaştı. “Türk yetkililer tarafından toplanan veriler kullanılmıştı ... Güncellemenin önemli bir kısmı değerlendirme içermiyordu. Potansiyel olarak yaşamı tehdit eden etkiler hakkında en temel verilerden yoksundu ve bunun için pek az araştırma yapılmıştı ... İtibardan düşmüş olan 2001 değerlendirmesinde yer alan bilgilerin yüzeysel bir şekilde süslenmesinden ibaretti.”[4]
Ilısu’da İkinci Tur: Alman-Avusturya-İsviçre Konsorsiyumu
Bu güncellemenin ardından DSI ikinci bir konsorsiyumu toplamayı başardı. Bu konsorsiyum Alman Euler Hermes Kreditversicherung, Avusturyalı Kontrollbank ve İsviçreli Exportrisikoversicherung’un katılımıyla 6 Ekim 2006’da oluşturuldu. Türkiye bu baraja kendisini öylesine adamıştı ki temel atma töreni Başbakan Recep Tayip Erdoğan tarafından Ağustos 2006’da, konsorsiyumun kurulmasından iki ay önce yapılmıştı bile. Hükümet ve konsorsiyum arasındaki karşılıklı anlaşmaya göre Türkiye çevresel, kültürel ve toplumsal etkilerle ilgili 153 maddelik bir görev listesini inşaat başlamadan önce, inşaat esnasında ve inşaattan sonra yerine getirecekti. Konsorsiyum ise bu çalışmaları izleyerek 534 milyon avro kredi sağlayacaktı. Bu görev listesi barajlar hakkında OECD ve Dünya Bankası’nın kriterlerine dayanıyordu.
2009 yılı içerisinde Ilısu hakkında pek çok yazı yazan Milliyet köşe yazarı Metin Münir’e göre DSI özellikle konsorsiyum oluşturma yoluna gitmiş, hazinenin kendisine önerdiği krediyi kabul etmemişti. Çünkü, bu yola gitmesi durumunda bir kamu ihalesi açması gerekecek ve inşaat işlerini kendi istediği firmalara veremeyecekti.[5] İkinci konsorsiyum ile birlikte Nurol ve Cengiz İnşaat, Ilısu için görevlendirildiler. Cengiz, özellikle 2009 yılındaki aluminyum ve şeker özelleştirmelerinin şampiyonu olarak biliniyor.
Nurol ve Cengiz’in rolü yalnızca inşaat işleriyle sınırlı değildi. Baraja kendilerini en az hükümet ve DSİ kadar adamışlardı. Cengiz İnşaat’ın patronlarından Osman Cengiz “bu proje öyle veya böyle tamamlanacak ve Türkiye’nin hem güvenlik harcamalarını hem de gelecekteki enerji açığını kapatacak” diyordu. “Projeye karşı olanlar Türkiye’nin güvenlik ve enerji alanlarında güçlenmesini istemiyorlar.”[6] Cengiz sanki Türkiye’nin, PKK’lı militanların geçişini önlemek üzere Irak sınırında dağ geçiş koridorlarına su rezervuarları inşa etme politikasını bilerek ve destekleyerek konuşuyordu.[7]
Hayat ne tuhaf ki Cengiz ailesi Rizelidir ve şimdilerde Rize’nin büyüleyici doğal güzellikleri, yaylaları, vadileri ve dereleri, DSİ’nin küçük hidroelektrik santralleri kursunlar diye lisans verdiği inşaat şirketlerinin tecavüzü altındadır. Doğu Karadeniz’de inşaat halinde yüzün üzerinde küçük hidroelektrik santrali bulunmaktadır ve dört yüz kadarı da planlanma aşamasındadır. Yine ne tuhaf ki DSİ, Çevre Bakanlığı’na bağlı bir kurumdur ve eski genel müdürü olan çevre mühendisliği profesörü Veysel Eroğlu şimdi Çevre Bakanıdır. Son sekiz yıldır çevreye karşı kör, irili ufaklı pek çok hidroelektrik projesinin altında onun imzası bulunmaktadır.
DSİ ve Nurol-Cengiz’in iç içeliği çok dikkat çekicidir. Metin Münir’in Milliyet’teki yazılarına göre DSİ önce yukarıdaki 153 görev için eylem planı oluşturmak üzere bir Proje Uygulama Birimi kurmuştur. Ardından Ilısu müteahhitleri Nurol ve Cengiz’i bu eylem planını hazırlamakla görevlendirmiştir. Bu iş için Nurol, ENCON adında bir şirketi 25 milyon avroya tutmuştur. Metin Münir “her şeyin inşaat şirketlerinin çıkarına hizmet edecek şekilde yapılandırıldığını” söylüyor. Dahası, bağımsız işlemesi gereken Proje Bilgi Ofisleri’ni de bizzat ENCON kurmuş ve DSİ’nin Proje Uygulama Birimi’ne kendi üç uzmanını yerleştirmiştir.[8]
Ekim 2009’da kredi kuruluşları, DSİ taahhütlerini yerine getiremediği için kredilerini askıya aldılar. Eylem planı üzerinde bir yıl boyunca devam eden müzakereler esnasında konsorsiyumun muhatabı Nurol ve ENCON’du, DSİ değil. Ilısu ise şimdiden zücaciye dükkanındaki fil gibiydi. Mardin-Dargeçit yolunun on kilometrelik kısmı kamulaştırma bedeli ödenmeden genişletilmişti. Servis yollarının inşasında özel mülke girilmiş ve hiçbir kamulaştırma bedeli ödenmemişti.[9]
Nihayetinde konsorsiyum 534 milyon avro desteğini 7 Temmuz 2009’da çekti. Çünkü, Ilısu kültürel, çevresel ve toplumsal kriterleri yerine getirebilmekten çok uzaktı. Fakat Türk Hükümeti yine durmadı. Tayip Erdoğan, Ilısu’nun tahribatına karşı Hasankeyf’i ve kültürel değerleri savunan her aktivisti, Kürt ayrılıkçılarını ve PKK militanlarını desteklemekle suçlayan devlet geleneğini devam ettirdi. Erdoğan aslında kendinden menkul bir çevrecidir, kendi ifadesine göre “çevrecinin daniskasıdır”. Onun sloganı “Su Akar Türk Bakar” değil “Su Akar Türk Yapar”dır.[10] Çevre profesörü Eroğlu için ise konsorsiyumu durduran, Ilısu ve OECD /DB kriterleri arasındaki uçurum değildir, “kredi verecek olan üç devletin kaypaklığıdır.”[11]
Üçüncü Tur: Garanti ve Akbank’ın Henüz Kesinlik Kazanmayan Rolü
Geçen on yıl içindeki iki konsorsiyum fiyaskoyla sonuçlandı ve şimdi yeni bir uluslararası destek pek olası görünmüyor. Baraj projesinde inat eden devlet yüzünü yerli mali kuruluşlara döndü ve Garanti, Akbank ve Halkbank’ın işbirliği yapacağı yönünde söylentiler var. Bankalar “devlete söz verildi” diyorlar.[12] İnşaatın, kış bitimiyle birlikte başlaması öngörülüyor.
Uluslararası planda ehliyet alamayan Ilısu yerli kredi kuruluşları için cazip olabilir mi? Uluslararası planda dikkate alınan OECD /DB kriterleri, yerel kredi kuruluşları için bir öne taşır mı? Türkiye, Dünya Bankası’nın Dünya Barajlar Komisyonu sürecini imzalamadığı için, iç kaynaklara dayanarak, büyük baskılarla karşı karşıya kalmadan kendi amaçlarını yerine getirebilir. Yerli mali kuruluşların hükümet manipülasyonuna çok daha açık olmaları, hükümetin işini kolaylaştırıcı bir faktör olabilir.
Diğer taraftan Garanti ve Akbank’ın rolü, eğer Ilısu’da hükümetle işbirliği yaparlarsa, özellikle ikiyüzlü olacaktır. Çünkü her iki banka da yeşil ve toplumsal sorumluluk sahibi bir kamusal imaj yaratmak peşindedir. İnternet sayfalarına baktığımızda, çevreye duyarlılık ve toplumsal sorumluluk hakkında pek çok mesajla karşılaşıyoruz.
Garanti WWF Türkiye’nin (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ana sponsorudur ve doğal yaşamın korunması için verdiği sürekli destek nedeniyle bu kuruluşun 2008 ödülünü kazanmıştır. “Küresel Isınmayı Durdurabilmek İçin 101 Önlem” adlı broşürü WWF Türkiye ile birlikte yayımlamıştır. Al Gore’u iklim değişimi konferansı için Türkiye’de ağırlayan Garanti’dir. Aylık dergi Yeşil Atlas’ı desteklemektedir, kendi grubu Doğuş’un sahibi olduğu NTV’de Yeşil Ekran programı yayınlanmaktadır. Dahası Garanti müşterilerini yeşil tüketime davet etmekte, bunun için çözünür polimere basıldığı söylenen ve müşteri iletişiminde geri kazanılmış kağıt kullanan özel bir kredi kartını pazarlamaktadır. Bu kartın gelirinin bir bölümü WWF Türkiye’nin faaliyetlerine aktarılmaktadır.
Akbank’ta daha az sorumlu değildir. BM İlkeler Sözleşmesini imzalamıştır, yani Akbank, insan hakları, çevre koruma ve şeffaf yönetim açısından dünya standartlarına sahip olduğu iddiasındadır. İngiltere Hazinesi için iklim değişiminin ekonomisi hakkındaki ünlü Stern Raporu’nu yazan Sir Nicholas Stern, Akbank’ın danışmanlar kurulunda yer almaktadır.
Şirketlerin çevreciliğine ve yeşil tüketiciliğe dair pek çok şey söylenebilir. Fakat buradaki öncelikli mesele, Garanti ve Akbank’ın kendi yeşil ve toplumsal sorumluluk sahibi kimliklerinde samimi olup olmadıklarıdır. Şu bilinmelidir ki, Ilısu inşaatından uzak durmazlarsa böyle bir imajı korumaları da mümkün olmayacaktır.
NOTLAR
[1] Milliyet’in 3 Ocak 2010 tarihli haberi.
[2] Maggie Ronayne, The Cultural And Environmental Impact of Large Dams in Southeast Turkey, Fact-Finding Mission Report, National University of Ireland, Galway and Kurdish Human Rights Project, Şubat, 2005, p. 13.
[3] Paul Brown, (The Guardian çevre muhabiri), 14 Kasım 2001.
[4] Maggie Ronayne, The Ilısu Dam: A Monument to Barbarism, Department of Archeology, National University of Ireland, Galway, Ireland, Temmuz 2006. http://www.bgst.org/keab/mr20080114.asp adresinden erişilebilir.
[5] Metin Münir’in 10 Temmuz 2009 tarihli Milliyet’teki yazısı.
[6] Milliyet’in 27 Temmuz 2009 tarihli haberi.
[7] Jeoloji Mühendisleri Odası Diyarbakır Şubesi’nin verdiği bilgilere göre Türkiye, Irak sınıra on bir küçük baraj inşa etmektedir ve sulama, taşkın kontrolü veya elektrik üretimi amacı taşımayan bu rezervuarlar güvenlik barajı olarak adlandırılmaktadır.
[8] Metin Münir’in 19-21 Ağustos 2009 tarihleri arasındaki köşe yazıları.
[9] Metin Münir’in 22 Ağustos 2009 tarihli Milliyet’teki yazısı.
[10] Erdoğan’ın Mardin konuşması, 16 Ekim 2009 tarihli Milliyet’in haberi.
[11] Eroğlu’nun beyanatı, 31 Aralık 2009 tarihli Milliyet’in haberi.
[12] Milliyet’in 3 Ocak 2010 tarihli haberi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder