Naomi Klein, iklim
değişikliği hakkında kitabı, Bu Herşeyi Değiştirir’in ikinci kısmında iklim
değişiklinin sahte çözümlerini ele alıyor: Büyük şirketlerle ilişkilerini
kolkola fosil yakıt arama faaliyeti yürütecek derecede ilerleten sivil toplum
örgütlerini, taban faaliyetlerini bir tarafa bırakıp yüksek siyaset
salonlarında politikacılarla koşturan sivil toplum teknokratlarını; çevre
hareketine göz kırpıp sonra yarı yolda bırakan büyük iş adamlarını, iş
adamlarının verdiği zararlı maddi teşviklerin peşinden koşan teknik yenilikçi
müteşebbisleri. Son olarak da tüm bu aktörlerin birlikte, iklim değişikliğine
bir çözüm (B planı) olarak ileri sürdükleri jeo-mühendislik (veya yeryüzü mühendisliği)
projelerini kitabın ikinci kısmında okuyabilirsiniz.
30 Aralık 2014 Salı
25 Kasım 2014 Salı
Naomi Klein: Bu Her Şeyi Değiştirir
Naomi Klein son kitabında iklim değişikliğinin toplumsal hareketler için
birleştirici gücüne vurgu yapıyor. “Sorunlar arasındaki bağlantılar daha iyi
anlaşıldığında, iklim krizinin güçlü bir kitle hareketinin temelini
oluşturacağına inanıyorum”.
İlk çıktığı günden beri
Naomi Klein’in iklim değişikliği hakkındaki yeni kitabını okuyorum. İklim
bilimi, politikası ve aktivizm üzerine inanılmaz sayıda veri içeren, titizlikle
hazırlanmış ve ustalıkla yazılmış bir kitap. Belki de daha doğru bir
adlandırmayla, bir kitaptan ziyade, başında Naomi Klein’in bulunduğu bir proje.
23 Eylül 2014 Salı
New York’ta Halkın İklim Yürüyüşü
Yaklaşık bir
hafta süren bir çabanın ardından, bulunduğum Worcester’dan New York’a, “Halkın
İklim Yürüyüşü”ne katılmak üzere hareket eden bir otobüs yakalamayı başardım. Toplu
ulaşım altyapısının son derece zayıf olduğu bir ülkede yüz binlerce insanı
günübirlik oradan oraya taşımak başlı başına bir organizasyon gerektiriyor. Amerikalılar,
mevcut ulaşım imkanları yeterli olmadığından, otobüs, tren, karavan, otomobil
paylaşımı gibi her türlü yola başvurdular New York’a ulaşmak için. Ülkenin
batısından yola çıkan bir tren, bir grup iklim aktivistiyle birlikte günlerdir
yoldaydı ve uğradığı duraklarda eğitim düzenliyor, halkın iklim değişikliği
hakkındaki görüşlerini alıyordu. Yürüyüşün hazırlıkları aylar önce başlamış,
1500’ün üzerinde taban hareketi ve sivil toplum kuruluşunun katılımı
sağlanmıştı. Zamana yayılan, planlı bir çalışmanın ürünü olan bu eylem için
yürüyüş öncesinde 200 bin kişinin katılımı beklenirken, gösteri sonrası tespit
edilen rakamlar 300 ila 400 bin kişinin katıldığını gösteriyor. Kuşkusuz,
tarihin en geniş katılımlı iklim ve çevre eylemine tanık olduk. Uzun yıllara
yayılan bilgilendirme ve eğitim çalışmaları halkın devlet yönetimine ve anonim
şirketlere karşı öfkesiyle birleşti. Aylarca önce başlayan lojistik çalışmalar
yetersiz kaldı, otobüsleri ve trenleri erken rezerve edip dolduran insanların
umudu ve enerjisinden güç alan pek çok Amerikalı da bu eyleme katıldı. Ön
çalışma kendiliğindenlikle birleşti ve görkemli bir buluşma yaşandı.
22 Eylül 2014 Pazartesi
23 Eylül, BM New York İklim Zirvesi’nin Anlamı
Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC, 1992) ve üçüncü
taraflar Konferansı (Kyoto, 1997), küresel yönetim tarihinde görülmemiş
derecede ileri bir adımdı. UNFCCC ile birlikte iklim değişikliği, uluslararası
sistemin ve bunun etkisinde şekillenen ulusal ekonomik kararların önemli bir
belirleyeni oldu. İklim değişikliğini göğüslemek fosil yakıtlara dayalı mevcut
altyapının aşamalı tasfiyesini, yenilenebilir enerji teknolojilerine dayalı
yeni bir altyapının inşasını, üretken ekosistemlerin korunması adına belirli
kalkınma projelerinden feragat edilmesini, üstelik değişen iklim koşullarına
karşı uyum önlemlerinin alınmasını gerektirdiği için elbette masraflıydı. UNFCCC
bu yükün paylaşılmasında sorumluluk ve kapasiteye dayalı ilerici bir prensip
getirdi. Buna göre ülkeler bu yükü problemin ortaya çıkışındaki sorumlulukları ve problemin çözümü için
sahip oldukları kapasiteleri
ölçüsünde paylaşacaklardı. Bu prensip gelişmiş ülkelere işaret ediyordu, fakat
nasıl uygulamaya konacağı belirsizdi. Kyoto Protokolü buna basit bir çözüm
geliştirdi. Ülkeleri zenginler (Ek B) ve yoksullar (Ek B dışı) olarak ikiye
ayırdı ve yoksul ülkelere sera gazı salımı hususunda herhangi bir sınır
getirmezken, gelişmiş ülkeleri 1990 yılı salımlarını baz alarak belirli
indirimler taahhüt etmeye davet etti. Kısaca şunu söyleyerek Kyoto’yla ilgili
kısmı geçelim: Pek çok şey oldu, ABD antlaşmayı imzalamayarak altını oydu,
sınırla-al-sat gibi esneklik mekanizmaları yüzsüzce suistimal edildi. Fakat
esas konu şu ki, Kyoto’nun geçerli olduğu (1997-2012) ve mükemmel uygulandığı
bir dünyada sera gazı salımları 1990 yılı baz alındığında yaklaşık %25
artacaktı. Gerçek salım artışı %60 oranında seyretti.
10 Haziran 2014 Salı
Yeşil İktisat: Ekolojik Krize Karşı Koymak
Bugün, küresel
karbon dioksit gazı konsantrasyonunun 400 milyonda bir parçacık (ppm) seviyesine
yükselmiş olması, ekonomik büyümede küresel sınırların aşıldığının yalın bir
göstergesi. Endüstri devrimi öncesinde bu değer 280 idi. Yaşanabilir ve
yönetilebilir bir iklimsel değişim için 350 ppm değerine çekilmesi gerekiyor. Tarımda
kimyasal gübre ihtiyacını karşılayabilmek için, doğal süreçlerle atmosferden
toprağa bağlanan azota ilave olarak, bunun %60 kadarını endüstriyel işlemlerle
toprağa bağlıyoruz. Sonuç, su kirliliği, ekosistemlerin vasıfsızlaşması ve
tekrar, iklim değişikliği. Su döngüsü iklim değişikliğinden etkilendiği kadar,
kalkınma ve altyapı çalışmalarından da etkileniyor. Kullanılabilir suyun
coğrafi dağılımı giderek daha da eşitsiz hale geliyor. Hassas ve biyolojik
olarak üretken ekosistemlere zarar vermeden ekebileceğimiz tarımsal arazilerin
tümünü kullanıyoruz ve artan girdi oranlarına karşın tarımsal üretim artışı
durağanlaşıyor. İnsan nüfusu büyüyor, kişi başına tüketim talebi artıyor fakat
su, gıda, enerji kaynaklarımız; barınma koşullarımız tehlike altında.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)