Bugün, küresel
karbon dioksit gazı konsantrasyonunun 400 milyonda bir parçacık (ppm) seviyesine
yükselmiş olması, ekonomik büyümede küresel sınırların aşıldığının yalın bir
göstergesi. Endüstri devrimi öncesinde bu değer 280 idi. Yaşanabilir ve
yönetilebilir bir iklimsel değişim için 350 ppm değerine çekilmesi gerekiyor. Tarımda
kimyasal gübre ihtiyacını karşılayabilmek için, doğal süreçlerle atmosferden
toprağa bağlanan azota ilave olarak, bunun %60 kadarını endüstriyel işlemlerle
toprağa bağlıyoruz. Sonuç, su kirliliği, ekosistemlerin vasıfsızlaşması ve
tekrar, iklim değişikliği. Su döngüsü iklim değişikliğinden etkilendiği kadar,
kalkınma ve altyapı çalışmalarından da etkileniyor. Kullanılabilir suyun
coğrafi dağılımı giderek daha da eşitsiz hale geliyor. Hassas ve biyolojik
olarak üretken ekosistemlere zarar vermeden ekebileceğimiz tarımsal arazilerin
tümünü kullanıyoruz ve artan girdi oranlarına karşın tarımsal üretim artışı
durağanlaşıyor. İnsan nüfusu büyüyor, kişi başına tüketim talebi artıyor fakat
su, gıda, enerji kaynaklarımız; barınma koşullarımız tehlike altında.
Küresel ölçekte
“sınırlar” problemiyle karşı karşıyayız. Daha açık bir ifadeyle, ekosistemlerin
kaynak temin etme ve kirlilik özümseme kapasitelerini aşmış vaziyetteyiz.
Ulusal, bölgesel
ölçeklerde de “sınırlar” probleminin izdüşümüyle karşı karşıyayız. Devletlerin,
tüketimin insani ve çevresel maliyetlerini birbirlerine transfer etme yarışına
girdiği bir dünyada, gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) ölçeğinde bir üst lige
yükselme gayretindeki ülkelerin, ellerinde avuçlarındaki doğal varlıkları
acımasızca tükettikleri bir çağdayız. Akarsu ve dereleri en ücra, en kılcal
damarlarına kadar sömüren hidroelektrik yatırımları; biyolojik rezerv alanı,
doğal miras veya milli park demeden yürütülen madencilik faaliyetleri; petrol,
kaya gazı ve kömür cevherini en uzak, en derin yataklarda işleten fosil yakıt
üretimi yalnızca Türkiye ekonomisinin değil, pek çok Latin Amerika, Afrika ve
Uzak Doğu ekonomisinin de karanlık yüzü.
Türkiye’de katılımcı
ekonomi, siyasal iktisat ve iktisadi adalet üzerine yazdığı kitaplarla
tanıdığımız radikal iktisatçı Robin Hahnel Yeşil
İktisat’ta, adeta bu yeni toplumsal gerçekliğe yanıt oluşturacak yeni bir
iktisat disiplinin imkânlarını sorguluyor. Hahnel’e göre klasik iktisat kuramı
insanların birbirlerine çok fazla “değmeden” yaşayabildikleri, “boş” bir
dünyanın ürünüydü. Siyasal iktisadın kurucuları, güç ve sermaye temerküzünün
piyasaların işleyişine vereceği zarar hususunda oldukça kaygılı olmalarına
karşın, piyasa mübadelesinin üçüncü taraflar ve doğal çevre üzerinde yaratacağı
olumsuzluklar karşısında sessizdi. Sözkonusu etkilerin iktisadi analize
“dışsallıklar” problemi ve düzeltici Pigou vergileriyle dahil edilmesi, sınırlı
bir restorasyon çabasından öteye gitmedi.
Hahnel’e göre
şimdi, artık “boş” değil, “dolu” olan farklı bir dünya için yeni bir iktisat
disiplinine ihtiyaç var ve Yeşil İktisat
bu ihtiyacı karşılamak üzere atılmış bir adım. Hahnel’in bu argümanı çok
iddialı görünmekle birlikte, tüm kitaba egemen olan tevazu noktasını vurgulamak
önemli: Hahnel aslında bir sentez peşinde ve bu sentezde hem marksizm, hem anaakım
hem de heteredoks iktisat ekolleriyle tartışma ve onlardan yararlanma
eğiliminde. Üzerinde durduğu başlıca heteredoks ekol ise, Nicholas
Georgescu-Roegen ve Herman Daly gibi kurucuların ardından adlandırıldığı
şekliyle, Ekolojik İktisat.
Yeşil İktisat, sırasıyla, “sınırlar” problemini, dışsallıkların
kaçınılmazlığını, fayda-maliyet analizinin açmazlarını, alternatif toplumsal
gelişme ve çevresel sürdürülebilirlik hedeflerini sorgulayarak yola çıkıyor.
Mevcut sosyo-ekonomik sistemin içinde barındırdığı, çevresel açıdan
sürdürülemez büyüme mecburiyetinin nedenlerini irdeliyor. Özel girişime dayalı
piyasa ekonomilerinde başvurabileceğimiz belli başlı çevre politikalarını
incelerken, serbest piyasa çevreciliğinin aslında bir mit olduğuna işaret
ediyor. Kitabın genişçe bir bölümünde, iklim değişikliği müzakerelerini ve
politikalarını, kitap boyunca tesis etmeye çalıştığı kavrayış ışığında inceliyor.
Kitabın Türkçe baskısı için yazılan sonsözde, iklim müzakerelerinin bugünü
hakkında iyimser olmasa da, ileriye bakmak için aktivistlere önerilerde
bulunuyor.
Kitabın önemli
vurgu noktalarından birisi, ekonomik eşitlik ve adalet sorunu olarak
kuşaklar-içi hakkaniyet problemiyle, ‘gezegen’ sorunu olarak kuşaklar-arası
hakkaniyet problemi arasındaki ilişkiye dikkat çekmesi. “Bugünün ihtiyaçlarını
hiçe sayan bir yeşil dönüşüm mümkün değildir ... Beraberinde işsizlik ve yoksulluk problemine
çözüm önermeyen bir çevre politikası taraftar bulamaz.” Robin Hahnel’i, 1930’ların
ekonomik bunalımına yanıt oluşturan Yeni
Düzen politikalarından esinlenen Yeşil
Yeni Düzen programına yakınlaştıran, bu bakış açısı. Diğer taraftan Hahnel,
reformların gerekliliğine inanmakla birlikte sınırlarının da farkında. “Kapitalist
bir ekonomik düzende iyi her ne yaparsak yapalım, akıntıya karşı yüzdüğümüzün
bilincinde olmalıyız.” Kapitalizm ötesi toplum için çevre politikası ise, Hahnel
tarafından sorgulanmakla birlikte, bu kitabın esas konusu değil.
6 Haziran 2014 tarihli Radikal Kitap dergisinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder